Ezgi Nur Şahin
1994 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Kenzaburo Oe’nin 1967 yılında yayımlanan romanı ‘Sessiz Çığlık’, Hüseyin Can Erkin çevirisiyle Can Yayınları tarafından yayımlandı. Yirmi yedi yaşında, evli, engelli bir bebeğe sahip olan Mitsu’nun ağzından anlatılan roman, en yakın arkadaşının alışılmadık intiharının Mitsu’nun iç dünyasında neden olduğu yıkımla başlayarak intihar, mazoşizm, depresyon, cinayet, korku, kıskançlık, alkolizm gibi temaları ölüm olgusu etrafında birbirine bağlayarak irdeliyor.
Mitsu, edebiyat bölümü mezunu genç bir öğretim üyesidir. Geçimini sağlamak için çeviriler yapmaktadır. Trajedilerle dolu çocukluğu ve gençliği onu sakin ve içine kapanık bir adam haline getirmiştir. Dahası, çirkindir ve talihsiz bir kaza sonucu kaybettiği sağ gözü bu çirkinliğini pekiştirmektedir. Üstelik kendi kabuğuna çekilmiş bu adamın yaşamının karanlık yanları yalnızca geçmişine ait değildir. Zira başında bir yumruyla doğan engelli bebeği hayatını geri dönüşü olmayacak biçimde değiştirmiş, karısıyla arasında görünmez duvarlar inşa etmiştir. Bu duvar, Mitsu’nun en yakın arkadaşının kendini, kafasını kızıla boyayıp makatına hıyar sokarak çırılçıplak halde asmasının ardından karısının kendini alkole vermesiyle gittikçe kalınlaşır. Nihayetinde ellerinde bakımevine teslim etmek zorunda kaldıkları bir bebek ve yalnızca görünürde devam eden bir evlilik kalmıştır. Her ikisi de kendi karanlıklarında boğulmaktadır.
Bu durum Mitsu’nun uzun zamandır haber alamadığı erkek kardeşi Takaşi’nin Amerika’dan dönmesiyle değişir. Karakter olarak Mitsu’nun tam tersi bir kişiliğe sahip, Mitsu’dan yaşça küçük ve ondan daha yakışıklı, hırslı bir genç adam olan Takaşi’nin planları vardır; kardeşini ve karısını orada yeni bir yaşam bulabileceklerine, toparlanabileceklerine inandırarak yanındaki iki “yaveriyle” birlikte aile evlerini satmaya, köylerine gitmeye ikna eder. Zamanında büyük büyükbabalarının ve onun kardeşinin karşı taraflar olarak rol oynadıkları köylü isyanına tuhaf bir ilgi duyan Takaşi, orada kökenleriyle yeniden bağ kurabileceğine inanmaktadır. Mitsu ise pençesinde kıvrandığı depresyonun başına üşüştürdüğü rüyalarla, uykusuzlukla ve geçmişin anılarıyla boğuşmaktadır. Nihayetinde olaylar, Takaşi’nin yine bir köylü isyanının lideri olduğu ve Mitsu’nun bütün bunlar olurken kendini ambara kapatıp çevirisi dışında her şeyden soyutladığı bir kaosa evrilecek şekilde gelişir.
“Artık ölüm kokan şeylerle iyice çevrelenmiş haldeyim.”
“Eğer öyleyse Mitsu, onları üzerinden silkeleyerek tırmanmak ve yaşayanların diyarına dönmek zorundasın.” (Sf. 57)
Romanda belli başlı kavramlar sıkça yinelenir, bunlar çoğunlukla Mitsu’nun bunalımını anlatmaktadırlar. Sancı, zehir, karanlık ve o sıcak “beklenti” hissi, Mitsu’yu sarıp sarmalayan depresyonun bir yansıması olarak sıkça başvurulan metaforlardır. Romanın daha ilk cümlesinde bunlardan ikisini görmek mümkündür: “Günün ağarmasından önceki zifiri karanlıkta uyanarak sıcak beklenti hissinin arayışı içerisinde, acı veren rüyanın izler bıraktığı bilincimi yokluyordum.”
Karanlık, romanın geneline hâkim olan atmosferdir. Mitsu, kaybettiği sağ gözünden sonra zaman zaman kapatarak kullanmamayı tercih ettiği sol gözünü de işlevsiz kıldığından, karanlığa son derece aşinadır fakat yine de mutlak bilinmezliğin arasında ondan korkmadan edemez. Zira köyüne giderken, otobüs yolculuğunda “karanlık yeşil içerisindeki ormanın gözü”nün kendisini izlediği hissine kapıldığında irkilir. Karanlık arzu ettiği değil, mecbur bırakıldığı bir sığınaktır.
Zehir ise ölümden çok acıdan kıvranmayı hatıra getiren bir metafor olarak okurun karşısına çıkar. Kimi zaman karısının boğazından inen viskidir zehir, kimi zaman bebeğinin kafasındaki şişliğin içine dolmuştur. Kimi zaman da aslında fiziksel olmayan fakat öyleymişçesine acı veren sancıya sebep olmaktadır ve uzuvlarına ağır ağır yayıldığını adeta hisseder. Aslında hepsi kafasındadır. Uyuyamayışlar ve uzun rüyalar arasında gidip gelirken kendini belli eden sancı, ilk kez evinin önündeki foseptik çukuruna inip yarı bilinçsiz bir halde kendini oraya gömmeye çalışmasının ardından evine döndüğünde gerçek bir acı haline bürünür.
“Beklenti” ise romanda, Mitsu’nun içinde bulunduğu bu halden bıktığını, iyileşmek istediğini gösteren tek işaret olarak karşımıza çıkar. Üstelik roman boyunca keskin bir umutsuzluk ve çaresizlik içerisinde edilgen, hayatın ona verdiğinden başka bir şey talep etmeyen, kendini zamana bırakmış ve hatta zamanın oyuncağı haline gelmiş diye nitelendirilebilecek Mitsu, bunu kendi ağzıyla itiraf eder. Romanın kırılma anlarında bahsettiği bu his son derece belirleyicidir. Yaşama katılma isteğinin, tutunma çabasının tezahürüdür.
“Böyle düşününce viskiden aldığım bir yudumun verdiği sıcaklık, aklıma hiç getirmediğim şekilde, içimde ‘beklenti’ duygusunun canlanmasına yardım etmeye başladı. Fakat buna yoğunlaşmaya çalıştığımda, özümün serbest kalmasıyla ulaşacağım yeniden doğumdaki birçok tehlikeyi görebilen ayık mantığım tarafından engellendim.” (Sf. 64)
Var olan bunalımın geçmişin birikimiyle Mitsu’nun bedenine eklemlenmesi, arkadaşının ölümüyle ivme kazanmış olsa da, kardeşinin bir anda ortaya çıkıp onu nereye varacağı kestirilmeyen bir maceraya sokması da zihnindeki fırtınaları ve duygu durumundaki kontrol edilemezliği pekiştirir. Takaşi’yi her fırsatta eleştirir, kardeşini çürütür ve etrafındaki olaylara ilgisini giderek kaybederek zaman geçtikçe hissizleşse dahi bunu yapmaktan neredeyse sapıkça bir zevk almayı sürdürür. İki kardeş arasındaki rekabet, beraber vakit geçirip aralarındaki farklar belirginleştikçe şiddetlenir. Bu farklılık en bariz şekilde, zamanında büyük büyükbabaları tarafından kiliseye bağışlanan bir resimde cisimleşir: Cehennem resmi. Cehennemde, yaptıklarının bedelini ödeyen günahkarların tasvir edildiği resim, Mitsu’ya adeta huzur verir, ona bakarken kapıldığı huşuyu pek çok kez ifade eder. Başrahiple resim hakkında konuştukları bir seferinde, resimdeki günahkarların acıya alışmış gibi bir halleri olduğunu, hatta kendilerine acı çektiren şeytana karşı bir yakınlık beslediklerini iddia eder. Ona göre resim ıstırabın panoraması değildir, daha insani bir şeyler anlatılmaya çalışılmıştır. Takaşi ise söz konusu resimden son derece rahatsızlık duyar. Kilisede o resimden adeta kaçar. İşin ilginç kısmı, başrahibin, Takaşi’nin çocukluğunda da o resimden korktuğunu ifade etmesidir zira anlaşılan Takaşi’nin resme beslediği düşmanca hisler de Mitsu’nun resme duyduğu yakınlık kadar derin ve geçmişle bağdaşıktır.
“Onların ıstırap dolu ifadelerinde bile içimi huzurla dolduran bir şeyler vardı. Bunun nedeni, açıkça ıstırap içinde olmalarına rağmen resmin, acılarını anlatan vücutlarında heybetli bir oyunun içindelermiş izlenimi bırakmasındandı. Acı çekmeye alışmışlar, bundan keyif alıyorlarmış gibi bir halleri vardı.” (Sf. 101)
‘Sessiz Çığlık’ pek çok roman gibi bir devam ediş romanıdır fakat okuru etkisi altına alan özelliği içerisinde neredeyse hiç iyicil duygu barındırmamasıdır. Romanın kişileri buna göre hayatlarına devam ederler, kimisi de Mitsu’nun arkadaşı gibi benimseyemediği yaşamı ölümüyle damgalamaya çalışır. Kafası kızıla boyanmış halde, mazoşist dürtülerini dünyaya duyurmak istercesine çırılçıplak, makatında bir hıyarla intihar eden adam devam edememiş değildir. Bir gösteri sunmak ister. Takaşi’nin, vadinin gençlerini kendi kontrolündeki bir suça teşvik ederek köylü isyanının liderliğini üstlenmesinin, daha sonra kardeşinin karısıyla yatarak onu hamile bırakmasının ve köylü bir kıza cinsel saldırıya yeltenerek cinayet işlemesinin ardından kendini öldürmesi de bir devam edemeyiş değildir. Takaşi, bu ölümü adeta planlamıştır. Üstelik bu ölüm kimse için şoke edici değildir çünkü zaten romandaki her şey ölmektedir. Vadi, sera, engelli bebek, kökler, anılar… Vadidekilerin üzerine çöken atalet, bir türlü silkelenemedikleri ölü toprağıdır aslında.
Ölümün etraflarındaki her şeye sinmesine ve bu yadsınamaz gerçeğin her saniye kendini hissettirmesine rağmen devam ederler. Mitsu, karısı ve karnındaki Takaşi’nin çocuğu, bakımevinden almaya karar verdikleri bebekle birlikte yeniden kurmayı deneyecekleri bir hayata doğru vadiden ayrılırlar. İntihar eden arkadaşının ölümünden kısa bir süre önce takıntı haline getirdiği Henry Miller alıntısı hüzünlü bir şekilde Mitsu’nun hayatında da iz bırakmıştır böylece: “Her şeye rağmen neşemizi yitirmeyelim.”