Manisa’da Marmara Gölü’nün kıyısındaki Tekelioğlu köyünde bazıları 50 yıldır balıkçılık yapan köylüler, gölün kurumasıyla birlikte kendilerini yeni bir hayatta kalma mücadelesinin içinde buldular.
Eski balıkçılardan Mehmet Erefe, “İyi olmaya çalışıyoruz ama gölümüz gitti… Köyümüz öldü…” diyor.
Yükselen yem fiyatları ve su sıkıntısı nedeniyle hayvancılık yapamadıklarını, artık bir üzüm tarlasında çalışarak geçindiğini anlatıyor.
Gölün iklim krizi karşısında yanlış tarım politikaları ve baraj inşaatları nedeniyle “kurutulduğunu” savunan köylüler, bazı eski balıkçıların iş aramak için başka yerlere göç etmek zorunda kaldığını söylüyorlar.
Türkiye’de insanlar uzun süredir işsizlik nedeniyle doğduğu yerleri terk etmek zorunda kalıyor.
Göç; sosyo-ekonomik durum, siyaset, göç edilen yerde ilişki ağlarının olup olmaması gibi birçok faktöre bağlı karmaşık bir konu.
Bu karmaşık denkleme artık iklim değişikliği de dahil oluyor.
Uzmanlar, Türkiye için iklim krizinin şiddetlendirdiği en önemli risklerden biri olan kuraklığın, “yanlış politikalarla birleşerek” ülke içinde ve dışında insanları yerinden ettiğini söylüyor.
İklim krizinin “temel göç nedeni” haline gelebileceğini tahmin eden uzmanlar, “mülteci krizinlerinin”, iklim değişikliğine karşı önlem ve uyum politikaları olmadan, gittikçe şiddetlenebileceği uyarısında bulunuyor.
“Resmi olarak iklim göçleri çağına girdik”
İnsanlığın yeryüzünde binlerce yıldır yaşadığı yerler oldukça sınırlı bir alan.
Bu bölgelerin ortak özelliği, insanın hayatta kalma sınırları nedeniyle, yıllık ortalama sıcaklığın 13 derece civarında olması.
Ancak insan kaynaklı küresel ısınma, canlıların hayatta kalabildiği bu bölgeleri her gün ortalama 1,15 metre hızla kutuplara doğru itiyor.
40-50 yıl içinde, nüfus artışının da etkisiyle, bir ila üç milyar kadar kişinin yerlerinden olacağı öngörülüyor.
Birleşmiş Milletler’e (BM) göre bu göçler başladı bile.
Eylül başında Afrika’yı ziyaret eden BM Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Genel Direktörü Amy Pope, “resmi olarak iklim göçü çağına girildiğini” belirtmişti.
BM’nin İç Göçleri İzleme Merkezi’nin (IDMC) 2023’te yayımlanan son raporuna göre sadece 2022 yılında dünya genelinde yerinden olan insan sayısı yüzde 60 artarak 60,9 milyona çıktı.
Bu kişilerin yarısından fazlası felaketler nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Felaketlerin yüzde 99’a yakını hava olaylarına bağlı gerçekleşti.
BBC Türkçe‘ye konuşan IDCM’in Amerika, Avrupa ve Orta Asya’dan sorumlu Bölgesel Koordinatörü Ricardo Fal-Dutra Santos, insanların bu hava olaylarına nasıl tepki vereceklerini ya da veremeyeceklerini belirleyen “çok sayıda demografik, tarihi, politik, sosyal ve ekonomik faktör” olduğunu belirtiyor.
IDCM verilerine göre Türkiye’de de hava olaylarıyla bağlantılı felaketler yüzünden ülke içinde yerinden olanların sayısı artıyor.
Türkiye’de iç göçleri tetikleyen faktörler arasında ilk sırada depremler var.
Depremleri orman yangınları ve seller izliyor.
“Türkiye 10-15 yıldır iklim kaynaklı göçlerden etkileniyor”
Türkiye ve çevresindeki coğrafyayı etkileyen farklı iklim riskleri arasında kuraklık en önemli sorun olarak öne çıkıyor.
Türkiye’de artan kuraklığın etkisiyle yoğun göçlerin yaşanması beklenen bölgelerden biri de Konya Havzası.
Bölgede çiftçilerin hareketliliğini inceleyen 2011 tarihli bir araştırmanın yazarı, Fransa’daki Tours Üniversitesi’nde Araştırmacı Gülçin Erdi-Lelandais, kuraklığın çiftçiler arasındaki sosyo-ekonomik uçurumu derinleştirdiğini tespit etmişti.
Araştırmada, “Kuraklığın sosyal sonuçlarını dikkate alan, koordineli ve gerçekçi bir kamu politikası mevcut değil. Kuraklığa uyum, genellikle doğaçlama ve kısa vadeli önlemler biçiminde ve mevcut olanlara ek olarak yeni sosyal eşitsizlikler üretiyor” ifadeleri yer alıyor.
BBC Türkçe‘nin sorularını yanıtlayan Gülçin Erdi-Lelandais, bölgede o günden bugüne çiftçilerin sorunlarının “azalmayıp, arttığını” söylüyor.
Erdi-Lelandais, iklim değişikliğiyle birlikte, “tarımsal üretimin düşeceğini hem de tarım nüfusunun göçünün hızlanacağını” tahmin ediyor.
Konya Havzası’nda, Beyşehir, Meke ve Tuz gibi çok sayıda büyük göl yer alıyor. Bu göllerin çoğu, son 30 yılda yarıya yakın küçüldü.
Tuz Gölü gibi bazı göllerin kuruması tabanındaki toksik maddeleri açığa çıkarabiliyor. Bu da etrafındaki bölgeleri yaşanmaz hale getirerek, göçleri tetikleyebiliyor.
Kuraklık Türkiye’nin bulunduğu coğrafya için de yakıcı bir sorun.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneline göre (IPCC) 2050 yılına kadar Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da yılın 12 ayında su kıtlığı sorunu yaşanacak.
BBC Türkçe‘ye konuşan BM Çevre Programı’nda Kıdemli Politika Danışmanı Doç. Dr. Barış Karapınar da, iklim göçlerinin gelecek senaryoların konusu olmadığını ve Türkiye’nin zaten son 10-15 yıldır iklim kaynaklı dış göçlerden etkilendiğini belirtiyor.
IPCC Beşinci Değerlendirme Raporu’nun baş yazarlarından Doç. Dr. Karapınar, 2011 yılından bu yana Suriye’den Türkiye’ye rekor sayıda mültecinin göç etmesine sebep olan çatışmalarda iklim değişikliğinin bir faktör olarak “eklemlendiğini” vurguluyor.
“Türkiye’ye göç eden Suriyeli çiftçiler yeni alternatifler arıyor”
Suriye’den Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan çiftçilerle ve arazilerin uydu görüntüleriyle yapılan 2022 tarihli uluslararası bir araştırma, insanların kuraklık koşullarında nasıl davrandığına ışık tutuyor.
Araştırmanın yazarlarından Lund Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Pınar Dinç, “Suriyeli çiftçilerin savaştan önce kuraklık karşısında bir takım önlemler aldıklarını; ilk tepkilerinin arazilerini terk etmek olmadığını” söylüyor.
BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Dr. Dinç, “Çiftçiler için kuraklık ya da suya erişim zorluğu elbette önemli meseleler. Ancak görüyoruz ki aynı dönemde (2006 civarı) aynı kuraklık Irak’ta, Türkiye’de de yaşanırken tarım alanları işlenmeye devam etmiş.
“Bu bize sosyo-ekonomik politikaların, tarım politikalarının, teknolojik yatırımların önemini anlatıyor” diye ekliyor.
Dr. Dinç, “Türkiye’deki siyasi ve ekonomik durumun git gide zorlaştığı bu dönemde” Suriyelilerin kendilerine yeni alternatifler aradığını söylüyor:
“Bu, kimi görüşmeciler için her türlü imkanı zorlayarak Avrupa’ya gitmek, kimisi için Esad’ın olmadığı bir Suriye’ye dönmek, kimisi için ise vatandaşlıklarını alarak -dolayısıyla daha iyi şartlarda- Türkiye’de kalmak.”
“Akdeniz ülkelerinde 20 milyon kişi, sadece deniz seviyesindeki yükselmeyle, yerinden olabilir”
Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’yi etkileyebilecek bir diğer riskse deniz seviyesinin yükselmesi.
ABD, Almanya ve Hollanda’dan bilim insanlarının Akdeniz çevresinde bu riske bağlı olası göçleri incelediği yeni bir araştırma, 2100 yılına kadar Akdeniz çevresinde deniz seviyesindeki yükselişe bağlı olarak 20 milyona yakın kişinin bulunduğu ülke içinde göç etmek zorunda kalacağını buldu.
Araştırmacılar Akdeniz’in güney ve doğusundaki göçmen sayısının kuzeye göre üç kat daha fazla olacağını ön görüyor.
“Kuruyan bir göletteki piranalar”
İşlek uluslararası göç koridolarından biri olan Türkiye’nin bu sürece nasıl yanıt vereceği doğrudan Avrupa Birliği’ni (AB) de ilgilendiriyor.
BBC Türkçe’nin ulaştığı AB Sığınma Ajansı (EURA), AB’nin iltica bağlantılı göçlerin geleceğine ilişkin senaryolarında iklim değişikliği ve kaynak kıtlığını da incelendiğini söyledi ve #Asylum2032 başlıklı rapora işaret etti.
Ajansın bu yıl başında yayımladığı raporda 2032 yılına kadar Avrupa’ya sığınmayla bağlantılı göçlerle ilgili üç ana zorlukla bağlantılı dört senaryo ele alınıyor.
Rapordaki üç ana zorluktan biri olan iklim değişikliğinin 21. yüzyılda insan hareketliliği açısından “belirleyici itici gücü olacağı” ve uluslararası koruma politikalarını etkileyeceği belirtiliyor.
Diğer zorluk kümeleri küresel gerilimler ve dijitalleşme başlıklarıyla inceleniyor.
Raporda ülkelerin bu zorluklarla ilgili olası görülen gelişmelerle nasıl baş ettiğine göre dört senaryo projeksiyonu yer alıyor.
Mülteciler açısından en “karamsar” senaryolardan biri olan, “Kuruyan Bir Gölette Piranalar ve Timsahlar” başlıklı senaryoda da 2032’ye kadar tarım ve gıda tedarik sistemlerinde iklim krizi nedeniyle çok sayıda çöküş yaşanıyor, bu durum Güney Yarımküre’de artan miktarda şiddet ve çatışmaya neden oluyor, ülkeler arası sınır geçişleri zorlaşıyor.
Göçler önlenebilir mi?
Uzmanlar, iklim göçlerinde risklere ve sınır kontrollerine vurgu yapan politikalar yerine, en kırılgan toplulukların güçlendirildiği uyum politikalarının daha önemli olduğunda hemfikir görünüyor.
ODTÜ Sosyoloji Bölümünde Araştırmacı Barış Can Sever, iklim göçlerinin herkesi eşit etkilemediğini vurguluyor.
İnsanların göç ve iltica gibi zorunlu yer değiştirme davranışları “hareketlilik” kavramı altında genelleniyor.
BBC Türkçe‘ye konuşan Can Sever, iklim hareketliliği kadar hareketsizliğin de kritik olduğunu söylüyor:
“Yer değiştirmek de aslında belirli bir kapasite gerektiriyor. Örneğin, ailedeki yaşlılara ya da hastalara bakım rolünü üstlenen kadınlar, yaşadıkları yerin dışında kimseyle bağlantısı olmayanlar, istese de gidemiyor.
“Bu insanlar küresel ısınmaya en az katkıyı yapanlar da olsa ceremesini en çok onlar çekiyor”.
Konya’daki kuraklık ve çiftçi göçlerini inceleyen Gülçin Erdi-Lelandais, iklim göçlerinin önlenmesi için bugünden “iklim değişikliğine uyumlu tarım teknikleri” gibi kalıcı çözümler uygulanırken, “tarım nüfusunun bölgede kalmasını teşvik edici politikaların üretilmesi” gerektiğini söylüyor.
BM Çevre Programından Dr. Barış Karapınar, uyum adımlarını erken atmanın maliyetinin geç adımlara göre çok daha az ucuz olduğunun altını çiziyor.
Lund Üniversitesi’nden Dr. Pınar Dinç, “Türkiye’nin artan kuraklığa karşı nasıl sürdürülebilir önlemler aldığını, üreticisini, tarım işçisini korumak için nasıl adımlar attığını takip etmemiz lazım. Bu adımlar atılmazsa, elbette Türkiye’de iç göç de gerçekleşir, gıda krizi de yaşanır.” diye uyarıyor.